s1
asiksenlik@gmail.com
0 212 572 33 33

Çıldırlı Âşık Şenlik Hayatı

Çıldırlı Âşık Şenlik Hayatı

Çıldırlı Âşık Şenlik Hayatı

Çıldırlı Aşık Şenlik Hayatı 

Âşık Şenlik, Osmanlı Devleti zamanında başkenti Ahıska olan Çıldır Eyaletinin en güçlü âşıklarından biridir. Şenlik'in ataları, Tiflis güneyindeki Borçalı bölgesinden gelip bugünkü Ardahan ilimizin Çıldır ilçesine bağlı Suhara (Yakınsu) köyüne yerleşmiş muhacir Terekeme-Karapapaklardandır. 

Şenlik, Molla Kadir Efendiyle Zeliha Hanımın ilk çocuğu olarak 1853 yılı baharında Suhara köyünde dünyaya geldi. Göbek adı Hasan olup mahlâsı Şenlik'tir.[42]

Av merakı olan 14-15 yaşlarındaki Hasan, kırda uykuya dalar ve pîrler elinden içtiği bâdeyle âşık olur. Hayvan otlatmada, yahut kuş, ördek avında uykuya daldığından söz edilmektedir. "Hayvan otlatmada" diyenler, uyuyan genci akşam üzeri aramaya çıkan babasının bulup getirdiğini söylüyorlar. "Avlanmada" diyenler ise ertesi günü kuşluk vakti eve kendisinin geldiğini ifade ediyorlar. "Nerde kaldın? " diye soran annesine tüfeğini saz gibi tutarak ilk deyişini söylüyor:

Üryayı âlemde yatdığım yerde,

Neçe yüz min hayâl gûşuma geldi; 

Üğbeüğ canıma saldı bir ataş,

Sevdiğim Salatın düşüme geldi.

Bu deyişi, oraya çağrılan köy imamına söylediği de rivayettendir. Bu rüyâda sevdiği kız Salatın'ı görür gibi oldu; ona aldırmadı, Peygamberimizi seçkince gördü deniliyor. İkinci deyişi de şöyle başlar:

Yığılın ahbaplar yâren yoldaşlar,

Bir sağalmaz derde tüşdüm bu gece; 

Hikmet-i pîr ile âb-ı zülâldan,

Kevser bulağından içdim bu gece.

Oğlunda âşıklık alâmetleri gören babası onu Ahılkelek'in Lebis köyüne Hasta Hasan'ın çırağı saz ustası Âşık Nuri'nin yanına götürür. Orada üç beş ay kalarak saz vurmayı öğrendiği söylenir. Âşık Nuri'ye dayısı İbrahim'le gitti. Birkaç günlük saz taliminden sonra döndü. Yahut, Âşık Nuri'ye kendisi gitti, orada bir müddet kalıp saz öğrendikten sonra köyüne döndü gibi muhtelif rivayetler de vardır.

Bütün kaynaklar Şenlik'in ümmî olduğu, tahsili olmadığı konusunda müttefiktir. 

Bizce bu husus izaha muhtaç görünmektedir. Zira Şenlik, okumuş bir anne-babanın çocuğudur. Babası molladır, annesi de medresede okumuş bir kadındır. Böyle bir anne babanın ümmî çocuğu bize muhal görünüyor. 

Şiirlerinde sıkça ilimden irfandan bahseden bir insanın ümmîliği iddiası pek inandırıcı gelmiyor. Bunca söylediğini 'Kulak dolgunluğu ile öğrenme'yle, 'Büyüklerinden işittikleriyle bilgi dağarcığını zenginleştirme'yle izah etmek zordur. Şenlik'in şiirlerini dikkatle inceleyenler bunu hemen anlayacaklardır.

"Kelâmı Kadîm içinde herfi herfden seçerem

Gel seninle sayah indi Yâsîn'deki âyeti"

diyen şâirin, koşma tarzında söylediği iki elifname incelendiğinde de onun okumuş kişiliği ortaya çıkar:

Elif iki ba bir harften ayrılır,

Te tekmilden heceleyip gelmişem.

Se'de sabreylerem cem'e cebir yoh,

Ha'da Hak'gın bâdesini içmişem.

Medresede okumuş olan Posoflu Zülâlî ve Hanaklı Mazlûmî gibi şâirlerin şiirleriyle Şenlik'in şiirlerini karşılaştırdığımızda farklı kültürün izlerini değil, aynı kültürün izlerini görürüz. Bunun için de "Ümmî olduğundan dolayı eserlerinde medrese kültürünün izleri yoktur." iddiası doğru olamaz.

Şu var ki Şenlik'in yazmayı bilmemesi düşünülebilir. Zira o devirde Tiflis müftülüğünün tayin ettiği köy mollaları ve medrese muallimleri, "Yazı nakış gibidir. Yazmayı öğrenmeseniz de olur. Kur'an ve Mevlid'i okumak yeter! " yollu propagandalara alet olurlar ve beş yıl okuyanlara bile yazı öğretmezlermiş.

Bazı kitaplarda Şenlik'in, Narmanlı Sümmanî, Karslı Nihanî, Borçalılı Abbas ve Erzurumlu İzanî'yle yaptığı karşılaşmalardan söz edilirken onun Posoflu Zülâlî'yle karşılaşması ya kısaca geçilmekte, ya da bu karşılaşmaların olmadığı iddia edilmektedir. Posoflu Âşık Zülâlî'nin Çıldır'a gidişi ve Şenlik'le yaptığı karşılaşmanın güzel bir üslûpla hikâyesi, Posoflu Zülâlî adlı kitabımızda yine kendi kaleminden verildi.[43]

Zülâlî'nin ifadelerinden, onun Şenlik'e hürmet hisleriyle dolu olduğunu anlamaktayız. Şenlik'in ölümünden yıllar sonra Çıldır'ı ziyaret eden Posoflu Zülâlî'nin Çıldır üzerine söylediği bir deyişteki şu mısralar çok anlamlıdır:

Ağası gedesi cümlesi birlik,

Hürmet muhabbetle ederler dirlik,

Ne zaman ki ölmüş babanız Şenlik,

O zaman bozulmuş ziynetin Çıldır.

Zülâlî, burdadır erenler hâsı,

Ehli dil ocağı pirler ülkesi,

Güzeldir âhengi hoştur şivesi,

Yahşıdır lisanın sohbetin Çıldır.

Bu konuda en güzel sözü söylemiş olan Çıldırlı Haydar Çetinkaya'nın ifadelerini de özetle anmadan geçemeyiz: "Şenlik ve Zülâlî, Kars ilinin yetiştirdiği ender şâirlerdendir. Dışarıdan baba dedem olan rahmetli Çoban İsa'nın Zülâlî'yi yenip geri çevirdiği iddiası yalandır. Zira ehli dil olan dedem hiçbir zaman Şenlik ve Zülâlî ayarında bir şâir olamamıştır. İşin iç yüzüne vakıf olamayan bazı âşıklar mahallî tesirlerle bazı uydurma beyanlarda bulunuyorlar. Usta Şenlik 93 Harbinde ne kadar millî kahraman ise, Zülâlî de millî mücadelenin başlangıcında o derece vatan için çalışan kimsedir."[44]

Onun çocukluk yılları, 1854'te başlayan Kırım Harbi hercümerci içinde geçmiştir. 1877'de cereyan eden yeni bir Osmanlı-Rus savaşı, Şenlik'in memleketini de Türkiye'den koparmıştı. O, bu esaret yıllarında, halkımızın millî duygularını diri tutarak düşmana karşı uyanık olmasını sağlayan bir önderlik görevi yapmıştır:

Ehli İslâm olan işitsin bilsin,

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana; 

İsterse Uruset ne ki var gelsin,

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

Kuşanın kılıncı, giyinin donu,

Kavga bulutları sardı her yanı,

Doğdu koç yiğidin şan almak günü,

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

Asker olan bölük bölük bölünür,

Sandız mı ki Kars kalesi alınır! 

Boz atlar üstünde kılınç çalınır,

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

Kavga günü namert sapa yer arar,

Er olan göğsünü düşmana gerer,

Cemi ervah bizle meydana girer,

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

Hele Al-Osman'ın görmemiş zorun,

Din gayreti olan tedarik görün,

At tepin, baş kesin, Kazağ'ı kırın,

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

Ben-Asferdir bilin Urs'un aslı,

Orman yabanisi, balıkçı nesli,

Hınzır sürüsüne dalıp kurt misli,

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

Şenlik, ne durursuz, atları binin,

Sıyra-kılınç düşman üstüne dönün,

Artacahdır şanı bu Âl-Osman'ın

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

Rus zamanı Çıldır Kaymakamı olan Ermeni asıllı Andon'un huzurunda şu deyişi söyleyecek kadar yiğit ve vatanperverdir:

Hulusi kalbimden bilsen fikrimi,

Men Allah'dan Âl-Osman'ı isderem; 

Merhamet sahibi, irahmi gani,

Nesli mürsel, hükmü hanı isderem.

.............

Osmanlı askeri, şâhlar serveri,

Kaf'dan Kaf'a zîri zeminden beri,

Dilinde salavat, zikri ezberi,

Hükmetmeğe, birce onu isderem.

Gamgîndir bu sefil Şenlik'in şâdı,

Hiç fikrimden çıhmaz Âl-Osman adı,

Gidipdir dünyanın lezzeti, tadı,

Mahşer günü bir mekânı isderem.

Şenlik, büyük şâirlerin yetiştiği bir bölgenin çocuğu olduğu gibi, büyük âşıklar yetiştiren bir okulun da gerçek hocası sayılır. Azerbaycan'ın meşhur âşıklarından Şamhorlu Dede Kasım'ı usta tanıyıp onun etkisinde kaldığı söylenir. Yine aynı coğrafî sahada Şemkirli Hüseyin, Borçalılı Abbas, Gökçeli Elesger ve Ahılkelekli Hasta Hasan gibi güçlü âşıklar yetişmiştir. Şenlik, Hasta Hasan'ın çırağı olan Âşık Nuri vasıtasıyla Hasta Hasan'dan da etkilenmiştir. Kendisi de birçok çırak yetiştirmiştir.

Âşık Şenlik, şiirlerini mahallî Terekeme/Karapapak ağzıyla söylemiştir. Bundan dolayı yurdumuzun her yöresinde onu kolayca anlama işi biraz güçleşmektedir. Hele o ağzı bilmeyenler tarafından yazılan Şenlik şiirlerini anlamanın güçlüğü iki katına çıkmaktadır. Onun içindir ki Şenlik üzerinde araştırma ve inceleme yapanlar, evvela onun Türkçesinin nüanslarına hâkim olmalıdırlar. 

Şenlik'in en güzel parçalarından birinin ilk hanesi:

İster ihtiyar ol, ister nevcivan,

Bu dünyada baki kalan öğünsün.

Meraksız, fikirsiz, gamsız her zaman,

Başatan şâd olup gülen öğünsün.

şeklinde iken, bu deyişin son mısraı başka bir kaynakta, "Her zaman şad olup gülen öğünsün" şeklinde verilmekte ve usta bir şâire art arda "her zaman" dedirtmektedir. Öyle anlaşılıyor ki Şenlik'in kullandığı ağızdaki "başa tan" sözünün "Başa dek, sonuna kadar" anlamına geldiği bilinmeden, yahut da sadeleştirme gayretiyle tahrifat yapılmaktadır.

Şenlik gibi bir millî edebiyat kahramanının bugünlere kadar silik hâlde kalması çok üzücü bir hadisedir. Onu sadece Kars'a, Çıldır'a gömmek büyük bir millî kayıptır. Onun şiirlerinde geçen "Âl'Osman, Din-i İslâm, Moskof" gibi kelimeler onu sakıncalılar arasına sokmuştur. Bundan dolayı da yıldızı parlamamıştır.

Âşık Şenlik meşhur Koçaklama'sındaki haykırışlar bazılarının hoşuna gitmemiş olmalı ki, Rauf Mutluay'ın hazırladığı Türk Halk Şiiri Antolojisi'nde kendisine yer bulabilen bu koçaklamanın,

Hele Âl'Osman'ın görmemiş zorun,

Din gayreti olan tedarik görün,

At tepin, baş kesin, Kazağın kırın,

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

şeklindeki hanesi alınmamıştır.

Kırzıoğlu, Şenlik'le ilgili bir yazısında "Aydın edebiyatımızda Namık Kemal ne ise, halk edebiyatımızda da Âşık Şenlik odur..." derken onun halk arasında millî duyguları daima canlı tutmadaki çabasını veciz bir şekilde ifade etmiş oluyor. Namık Kemal'le benzeşen bir yönü de avcılığı bırakmasıdır. Bir sürgün avında tüfeğinden çıkan mermiyle yere yığılan karacanın ve etrafında dolanan yavruların elem verici hâli Namık Kemal'in yüreğini sızlatmış ve tüfeğini atarak avı bırakmıştır. Tıpkı onun gibi Âşık Şenlik de vurduğu kartalın ciğerlerinin parçalandığını görünce çok içlenmiş, üzülmüş ve o acıyla bir deyiş söylemiştir: 

Ne baharsın melûl melûl yüzüme,

Üreğime goydun veremi gartal.

Ganat çaldın pervaz etdin uçmaya,

Zâlim gülle kesti aranı gartal.

Kırk yaşına geldiğinde de tüfeği atmış, avı bırakmıştır.

Yörede saz çalmanın dindar çevrelerde hoş karşılanmadığından dolayı bazı şâirler saz yerine değnek tutarak deyişlerini söylerlerdi. Saz çalanlar da belli bir yaştan sonra, kemal çağında sazı bırakırlardı. Şenlik'in de 54 yaşında iken sazı bıraktığı belirtilmektedir.[45]

1873-1875 yılları arasında Kars'ta askerlik yapmış; askerlik sonrası Arpaçay, Revan, Gümrü, Ardahan, Ahıska, Posof, Şavşat, Tiflis ve Borçalı köylerini dolaşmıştır. "Tarih bin üç yüz on dört senede/Seyhat etdim gezdim diyar gurbeti..." diye başlayan ve Ahıska, Posof ve Şavşat seyahatini dile getiren kırk hanelik seyahat destanı, onun parçaları arasında en seçkin olanlarından biridir:

Tarih min üç yüz on dört senede,

Seyhat etdim gezdim diyar gurbeti; 

İbtida Hokam'da oldum sakinet,

Size agâh edim her malûmatı.

...................

Azgur'da diyerler Süleyman Hoca,

Ona mihman oldum üç gün üç gece,

Harfi harften seçip ayırır hece,

Hıfzında zaptedip ilmi lügati.

Ahıska şehrinden düşende yola,

Çıhtım Koblıyan'a bir azim ile,

İndim Bolacur'da Faruk Beygile,

Üç gün orda gurduh hoş sakineti.

Varhan'da birisi hatrıma deydi,

Çığnatma tallayı deyip çoh söydü,

Köye yetişmezden kenardan govdu,

O mekânda gördüm terki töhmeti.

Adigön'de Şakir ağayı sorduh,

Oğlu garşı geldi atları verdih,

Heybe eğnimizde dört sahat durduh

Dediler bu yerin budur âdeti.

Duğur'un âlemde bulunmaz eşi,

Mehmet efendi var muhabbet başı,

Elvanlı ebrüşüm tirme gumaşı,

İhsan gıldı bize verdi hilatı.

.....................

Seyahat esnasında gördüğü bazı kabulsüzlükler bazen Şenlik'i kızdırmıştır. Meselâ Ardanuç'un Danzot köyünde kendisini inciten birisi için söylediği ve 13 kıta olan şu hiciv, böyle bir anın ürünüdür:

Kâğız git Danzot'ta Aziz ağaya,

İbtidada itibarsız itoğlit! 

Söyle niçün etdin yüzü garalıh,

Değildin devletsiz, varsız itoğlit! 

Gittih kapusunda durduk bir zaman,

Esdi tipi boran, şiddetli duman,

Çağırdı çavuşu, tapşırdı heman,

Sürgün etdi hulûkârsız itoğlit! 

Danzot'a gelende öğrendih seni,

Dediler ağadır, el hanedanı,

Bizden esirgedin bir lokma nanı,

Peynirsiz, ekmeksiz, lorsuz itoğlit! 

Gezdim bu diyarı ta baştan başa,

Görmedim sen teki bir mutruf poşa,

Gönül bir gafesdi, gırıldı şüşe,

Yeksan eyledin tutarsız itoğlit.

Yığıldı ahbaplar, mendilim çaldı,

Köyünüzde ticaretim bu oldu,

Bu destanî menden yadigâr galdı,

Sen de galma kesbü kârsız itoğlit! 

Gul Şenlik'e vurdun töhmetli gürzü,

Boynuna borç etdin bu çirkin sözü,

Her yerde söylerler Çingene, Dürzü,

Edepsiz, erkânsız, arsız itoğlit! 

Şenlik, yaşadığı devirde bu yörelerin en güçlü şâiriydi. Karabağ'dan Batum'a, Erzurum'dan Tiflis'e kadar ünü yayılmıştı. İrticali ve hayal gücü kuvvetli bir âşık olan Şenlik, çağının ünlü âşıklarıyla meydan olmuş, deyişmiştir. Âşıklıktaki kudreti onun hayatına mal olmuş, Revan'da karşılaşıp bağladığı âşıklardan onu çekemeyenler, yemeğine vadeli ağu koyarak zehirlemişlerdir.

Usta Şenlik, 1912 yılında vefat etmiştir. Mezarı, doğduğu köydedir. Elimizdeki birçok eski yazılı defterde henüz yayımlanmamış şiirleri bulunan Şenlik'le ilgili araştırma ve incelemelerimiz devam etmektedir.

İçin Mevlid şerbetini,

Hakkın inayetidir bu.

Habibin, Fahri âlemin,

Nübüvvet şerbetidir bu.

Cebrail, arşın hocası,

Yazılmış levha hecesi,

Âmine, isneyn gecesi,

İn'am ü rağbetidir bu.

Allah'dan hidayet yetti,

Melekler destinde tuttu,

Cebrail sâkilik etti,

Cinânın lezzetidir bu.

Habib'in cismi, nûri-pâk,

Semada zikreder eflâk,

Buyurmuş: Levlake levlak,

Kur'an'da âyetidir bu.

Zikroldu Muhammed adı,

Melekler merhaba dedi,

Müminler gönlünün şâdı,

Münafık töhmetidir bu.

Zikreder elfazı demde,

Kadehi sahbayi cemde,

Yetirir livaül-hamde,

Mahşer mağfiretidir bu.

Âşıkam pîrler pîrine,

Makamı Behişt, nuruna,

İki cihan serverine,

Kul Şenlik'in met(h) idir bu 
 

Aşık Şenlik Kimdir?   Aşık Şenlik'i Tanıyalım

(Torunu) Aşık YILMAZ ŞENLİKOĞLU'NDAN AŞIK ŞENLÎK'İN HAYATI

   
Tarihi bilgilerden anlaşıldığına göre Terekemeler ve Karapapaklar, Türkmen Çay antlaşması ile Borçalı ve Gazak bölgelerinden göç ederek, Kars bölgesine gelirler. Guruplar halinde Kars'ın bir çok bölgelerine yerleştiklerin! biliyoruz

Gelen göçlerden 20 kişilik bir grup sabahın kuşluk vaktinde Ballı kayanın tepesine çıkarak etrafı seyretmeye başladılar. Baktıklarında gördüler ki dört tarafı dağlarla çevrili zümrüt gibi yemyeşil bir ova, ibirişim telleri gibi ovanın bir çok yerinden akan sular sanki bunlara bağırırcasına "Gelin sizin köyünüz burası." der gibiydi. Birbirlerine göz işareti yaparak gördüğümüz akarsuların kaynağı orada ise bizim köyümüz burası olacak. Aşağıya inerek suyun kaynağım buldular. Yarım ay şeklinde 10 tane bulak sıralanmış sanki her birine birer motopomp bağlanmışçasına şırıltıyla sular yarım metre yüksekliğe fışkırtıyordu. Aradığımızı bulduk diyerek bir birlerine sevinç dolu umutlarla bakıştılar.

Bu su karasudur. Kışın da donmaz. Bu kara su isminden esinlenerek kısa bir zaman su kara olarak tanınmış daha sonra Sukara'yı Suhara olarak değiştirmişler.

Suhara köyüne yerleşenlerin arasında bulunan aynı zamanda köyün imamlığım da üstlenen köy halkının sevdiği ve saygı duyduğu Molla Ahmet bir gün öğle namazından sonra komşularına hitaben: Köyümüzün afetlerden korunması için vücudumuzun sıhhatli rızkımızın bereketli olması için kadınlarımız, kızlarımız biraz bizden uzakta olmak üzere bir mevlüt okuyalım. Herkes evinden yemek ve şerbetin! getirecek. Samimi hislerle birbirlerine bağlı olan komşular Allah senden razı olsun kalbimizden geçenleri söyledin, ikindi namazı kılındıktan sonra erkeklere Molla Ahmet ve oğlu Kadir ile mevlüdü şerife başladılar. Kadınlar arasında ise tek okumuş olan Ömer ağanın kızı Zaliha bülbül sesiyle şakımaya başladı. Hafiften esen bir rüzgar Zaliha 'nın sesini Kadir'e, Kadirin sesini Zaliha'ya ulaştırıyordu. O gün Kadir'in gönlünde Zaliha'ya karşı Zaliha'nın gönlünde Kadir'e karşı tarifsiz bir sevgi hasıl oldu. Bir kaç saat geçmişti ki halk arasında fısıltılar başladı. Molla Ahmet'in oğlu Kadir herhalde Ömer ağanın kızı Zaliha'yı istiyor.

Kısa bir müddet sonra bu haber Molla Ahmet'in kulağına geldi. Molla Ahmet buna çok sevindi, çünkü Ömer ağa gibi bir dünürü, Zaliha gibi bir gelini olacaktı.

Molla Ahmet meseleyi uzatmadan komşularından bir kaç kişiyi alarak Ömer ağaya misafir oldular. Sene 1840. kısa bir zaman sonra Zaliha misafirlere hizmete başlayarak ilk çayım getirdi Bizde adettir böyle durumlarda gelen misafirlerin isteği yerine getirilmese çay, içilip yemek yenilmez. Bu durumu hisseden Ömer ağa, "Hayrola komşular neden çaylarınız! içmiyorsunuz? Sanki bana bir şey söyleyecek durumunuz var gibi geliyor".

Molla Ahmetin yanında gelen adamlardan biri derhal söze başlar. Ömer ağa, 'Tam kalbimizden geçenleri yüzümüze okudun biz buraya hayırlı bir iş için geldik 

Allah'ın emriyle kızın Zaliha'yı Molla Ahmet'in oğlu Kadir'e istemek için geldik eğer isteğimizi kabul edersen çayınızı da içeceğiz, yemeğinizi de yiyeceğiz. Şayet istediğimiz! kabul etmezsen çayınızı da içmeyeceğiz yemeğin! de yemeyeceğiz." Ömer ağa hiç tereddüt etmeden güler bir yüzle o emretti ki sizler geldiniz büyürün çaylarınızı için Allah'ın emrine ne haddim var karşı gelmeye. Çaylar içilip yemek yendikten sonra sevinçle evine dönen Molla Ahmet kısa bir müddet sonra düğün hazırlıklarına başladı.

Kadir ile Zaliha dünya evine girdiler. Sene 1850 ilkbaharın ilk ayı mayısın son haftası işte o gün hocanın ezan sesiyle uyanan Kadir abdest almak için hazırlığa başladı. Tam camiye gitmek üzereyken karışı Zaliha utanarak kendimi iyi hissetmiyorum, komşumuz olan Salatın Halayı çağır camiye öyle git der. Durumu hisseden kadir komşusunun kapışım çaldı. Salatın Halaya Zaliha'nın yanma gitmesini söyledi ve kendisi camiye gitti.

Namazdan dönüşte Salat'ın Halayla dışarda karşılaştı ve ilk müjdeyi verdi. Gözün aydın nur topu gibi oğlun dünyaya geldi, hayırlı evlat olması için kurban keş ve haseneler dağıt, Salatın Hala az sonra ben geleceğim dedi ve evine gitti. Heyecanla evine giden Kadir şehadet parmağı ile oğlunun yüzünü elliyerek, merhaba oğlum Hasan farkında olmadan çocuğunun ismini takmıştı.

Gel Hasan git Hasan diyerek her köy çocuğu gibi yıkıla kalka zaman aşındırmaya başladı, 5 yaşlarında iken babası Kadir itina altında büyütmeye. çalıştığı Hasan'ı o gün tabiatın çok güzel çağı olduğu için tarla ve çayırları Hasan ile dolaşmaya karar verdi.

Karışı Zalihaya: Hasan ile beraber gideceğim, Hasan'ın karnı acıkabilir biraz yiyecek hazırlasan iyi olur"der. Baba oğul köy sınırları içerisinde bulunan kulaklar mevkiindeki tarla ve çayıra bakmak için yola düşerler, bazen Hasanın elinden tutar bazen de sırtına alarak köye 4 km.mesafede bulunan çayırlara giderler. Biraz dolaştıktan sonra Molla Kadir gölgesine bakarak öğlen namaz vakti geldiğin! anlar. Kara çayın kenarına inerek abdest almaya hazırlanır. Az sonra Hasan uyumak istediğin! söyledi. Babası Kadir bir kucak ot ve çiçeklerden yolarak yastık gibi oğlu Hasan'ın basının altına koyar ve üzerine arkalığım örterek namazına başlar. öğle namazının sünnetin! bitirip farzına başladı. Bir ara uyumakta olan oğlu Hasan'a taraf baktı o anda korkunç bir manzara ile karşılaştı.Hasan'ın yanma bir yılanın girdiğini gördü, o anda vücudu hareketsiz halde kaldı, gözleri yaşardı. istese de namazı bozamazdı çünkü vücudu o anda hareketsiz kaldı yaşlı gözleri ile ikinci korkunç durum ile karşılaştı, suyun öte tarafında bir akrebin sürekli olarak sağa sola koşuştuğunu ve onun da niyetinin Hasan olduğunu anladı. Akrep suyu bir türlü geçemiyordu. Bu arada suyun akarı ile bir evelik dalı Hasan'ın istikametine geldiğine, çimlere takılarak köprü halini aldı. Yıldırım hızıyla karşıya geçen akrep de Hasan'ın yanma girdi ve birkaç saniye sonra çıkıp gitti. O anda Kadir'in vücuduna hareket geldi ve yaşlı gözlerle oğlu Hasan'a koştu. Hasan'ın üzerinden arkalığım aldığında hayretler içerisin de kaldı. Hasan mışıl mışıl uyuyor, yılanın başı tam Hasan'ın çenesine dayanmış hareketsiz duruyordu.

Kadir oğlunun üzerinde ki yılanı uzaklaştırmak için dokunduğunda yılanın bir demir çubuk gibi kaskatı olduğunu gördü. Şükrederek "Ya Rabbim sen o akrebi göndermeseydin Hasan yılan tarafından zehirlenecekti," Az sonra hiç bir şeyden habersiz olarak uyanan oğlunun elinden tutarak köye döndüler.Gördüğü macerayı göz yaşları içersinde camidekilere anlattı. Camidekiler kendisinin derhal kurban keserek fakirlere dağıtmasın söylediler.

işte bu maceradan sonra köy halkı Hasanla bir bütün oldu. Herkes onu sevmek, konuşturmak ve görmek istiyordu sanki köy halkı Hasan'a koruma altına almıştı. Daha sonra babası Kadir karışı Zaliha'ya Hasan'ın eğitim zamanının geldiğini söyler. Karı koca günlerce ve hatta aylarca uğraşmalarına rağmen Hasan'a bir Elifi dahi yazmayı öğretemezler. Karşı, karşıya oturan karı koca masum bakışlarla bir birlerine bakarlar; " Keşke böyle bir çocuğumuz olmasaydı." dercesine ikisi de başlarım önlerine eğerler. Hasan'a küçük de olsa bir ceza olarak babası ve annesi onu en ağır işlerde çalıştırmaya başladılar. Hasan boş kaldığı zamanlarda bazen müsaade alarak bazen de müsaade almadan babasının av tüfeğini alarak dağlarda su kenarlarında sanki bir maral kuzusunu kaybedip ararcasına bir şeyler arar dururdu. Ne aradığını kendisi de bilmiyordu.

Hasan durgun hareketleriyle etrafındakilerin dikkatin! çekiyordu. Zaman ilerlemiş Hasan da bu arada 14 yasma gelmişti. Yine bir gün Hasan kendisini çok sıkıntı içerisinde hisseder, hiç kimseye bir şey söylemeden babasına ait av tüfeğini alarak daha önce bahsettiğimiz Kulaklar mevkiine doğru yol alır.

Yine bahsettiğimiz Karaçay'ın yanma gelir, Daha evvel hazırlamış olduğu çukura girerek avım beklemeye başlar. Çok yorgun olduğunu hisseden Hasan bir türlü gözlerin! uykudan açamıyor, bir ara kendisin! zorladı ve kalktı, biraz ot yoldu üzerini örttü ki kendisin! av hayvanları görmesin sadece onu biliyor. O gün Hasan yok, geldi gelecek derken ikinci gün de yok üçüncü günde annesi Zaliha göz yaşları ile oğlu Hasan'ın 3 gündür eve dönmediğini öğle namazından çıkan köy halkına söyledi ve o anda gürültülü söylentiler başladı, sonra da ortalığı bir sessizlik aldı. Başladılar birbirlerine sormaya.İçlerinden birisi 3 gün evvel elinde tüfek evlerinin önünden
geçtiğini söyledi, O anda kendi aralarında 6 gruba ayrıldılar, Köy arazisini aramak için harekete geçtiler. Birkaç saat sonra arayan gruplardan ikisi Karaçay'ın sağ ve soluna bölünerek hem şüpheli yerleri hem de suyun Akağım izliyorlardı. Bir müddet sonra suyun kuzey kesiminde olan grup tam Hasan'ın yatmış olduğu çukurun basma geldi. Baktılar ki otlar kurumuş tüfeğin namlusu dışarı çıkmış. Evvela sessizce Seyrettiler, sonra otları üzerinden aldılar. Nefes alıp verdiği belli değil, ağzından biraz salya akmış, olduğu yere yığılmış halde Hasan'ın perişan halini gördüler Aralarında parola olarak kullandıkları kelimeyi sesi gür olan biri "Bulduk!" diye bağırdı. Kısa bir zamanda birbirlerine yetiştiren köy halkı Hasan'ın etrafında toplandı. Babası Kadir'in gözleri yaşardı gayri ihtiyari bu kelime süzüldü. "Keşke o zaman yılan zehirlese daha iyi olurdu." Köy halkı daha fazla beklemeden Hasan'ı bazen sırtlarına, bazen kucaklarına aldılar daha evvel Hasan'ı bulduklarını köy halkına haber göndermişlerdi. Köy halkı uzaktan kalabalığın geldiğini gördü kadın, kız,büyük, küçük, herkes yol etrafına toplanmışlardı. Hasan'ın perişan hali,arkadaşlarım üzüntüye boğdu.Feryat figan ,ağlaşmalar arasındaHasan'ı evine getirdiler.

Annesi acilen bir yatak serdi ve Hasan'ı sesizce yatırdılar. Herkes olduğu yere çöktü gözler Hasan'da. Hoca Yasin-i Şerife başladı,Rengi sapsarı olan Hasan'ın rengi yavaş yavaş kızarmaya başladı. Az sonra bir hıçkırıkla manalı manalı etrafım seyretmeye başlayan Hasan, sanki birini arıyordu. O anda halkta yine bir sevinç gürültüsü oldu. Hocanın işaretiyle tekrar herkes sustu. Onlar Hasan'a, Hasan onlara bakmaya başladılar. Hoca fazla dayanamadı , "Oğlum Hasan 3 gündür sen yoksun. Senin bu halin nedir, sana ne oldu, neden böyle manalı manalı bakıyorsun?" demesi üzerine yastıktan başını kaldıran Hasan; ilk divanisini söyledi. Ve dedi ki:

    Ders alıp haktan okudum ilmi ayet bu gece
Men için vesfi hal oldu çok rivayet bu gece
Aşığı maşuğa yazan ilahi irepbena
Sırrı gutretten yerişti hub hidayet bu gece

Galdırdı hüsnü likabın tehnetti mayitaba
Hasretinnen bi-zar oldum düçeşmim gelmer haba
Gameti selvi hıraman sürahi gaddi Tuba
Bir acayip gılman gördüm melek sıfat bu gece

Şenliyem od düşüt cana vücudu kül olmuşam
Zer çekif feryat etmeye şeyda bülbül olmuşam
Gazabı görsetti cana hışmı afet bu gece.
Hoca dedi ki "Oğlum altı ay baban dövdü, dokuz ay annen dövdü, bir sene de ben dövdüm, biz sana bir elifi öğretemedik şimdi sen bu kelimeleri nerden öğrendin? Birçoğunu ben dahi anlamıyorum. "İşte Hasan, o günden sonra "Şenlik" adıyla şiirler söylemeye başladı.

 

Asıl adı Hasan olup 1850''de Çıldır''ın Suhara (Yakınsu) köyünde doğmuştur. Kendisine "Aşık Şenlik" takma adını almıştır. "Çıldırlı Aşık" diye de bilinir. Aşık Şenlik Terekeme (Karapapak) boyundandır. Karapapak ağzını en yetkin biçimde kullanan Şenlik, 14 yaşında kuş avcılığı yaparken dere boyunda uyuya kalmış, düşünde aşk badesini içmiş. Kalkınca şiir söylemeye başlamış. 19 yaşında iken Ahılkelek''in Lebis köyünden Aşık Nuri''den saz çalmayı öğrenmiştir. Kars, Ahıska, Borçalı, Tiflis, Gürü ve Revan''ı , dolaşmış, çağının birçok aşığıyla karşılaşmalar yapmıştır. 
Edebiyat araştırmacısı Nejat Birdoğan, Şenlik''in şiir dünyasına eğilirken şunları söyler: "Artık, ozanlığa ve deyişlere bir düşle boşlamalarının gerçek olduğunda şüphe, kalmayan bütün halk ozanlarının düşünü Şenlik de görmüştür. Bu düşte bade yoktur. Sadece Salatın isminde bir kız görmüş, bu görüş kızın ardı sıra yanıp tutuşmasına yetmemiştir. Nitekim ozanımız da Huri isminde bir kızdan başkasına yanıp tutunma ve bağlanma yoktur. Huri de çabuk unutulmuştur.

Doğduğu, yetiştiği bölgenin Azerbaycan'a yakın oluşunun dilini de etkilediği gözleniyor. Azeri Türkçesine yatkın bir dil kullanmış. Öğrenim görmediği anlaşılıyor. Böylece, saz ozanlığının, halk ozanlığının arılığını koruyabilmiş olduğu söylenebilir.

Çiftçilik, avcılık yaparak geçimini sağladığı anlaşılan Aşık Şenlik, yetiştiği bölgedeki bütün tarihsel olayların içinde yaşamış, savaşların acısını, yıkımını çekmiş bir ozandır. 

Halk şiiri, günümüze yaklaştıkça özünde özelliğini giderek yitirirken Aşık Şenlik'in yalnız biçimde değil özde de geleneksel halk ozanlığının "Aşık"lığın özelliğini koruma çabası dikkati çekiyor. Başlıca önemi, özelliği de buradan kaynaklanıyor

 

Dinleyin ahbaplar, yaran yoldaşlar 
Bir sağalmaz derde düştüm bu gece.

 

dizeleriyle şenlik hayatına başlayan ozan, güvenlidir. Bu tatlı derdin bir yandan kendini kemirirken diğer yandan da kendine bir ün bırakacağına emindir. O, dizelerinde bazen bir altın, bazen bir aşra vurulan direk olarak kendisini görür:

 

Men bir zerem zer kadrini bilene
Aşkın metahını satmak isterem.

 

veya, Rütbem arşa direk oldu, hak ile yaksan menem. 

Bütün bu güvenle ve gururla beraber ustaya saygı, konusu, deyiş ve Sanat bakımından zorlanmama, güler yüzlülük deyişlerde ana temdir. Din konusunda halka özgü olağanüstü bilgileri bile kapsayan duyuşlarla dolu fakat asla ısrarlı değildir. Zaten Şii mezhebinin (Aşık Şenlik Şİİ DEĞİLDİR) etkisiyle bir toleransı da vardır. O yörede kadınlarda kaç göç yoktur. Doğa konularında çiçeklere, gelin kız dedim-dedilere bağlanır. Şenlik vefadan yakınır. Toplumdan şikayetçi değildir. Toplum içerisinde bir insan düşmüşse bu toplumun değil kişinin suçudur. Kişi, Sakınarak gezmeli ve konuşmalıdır.

 

Manasız mantıksız sözü bilmenin faydası ne?
Az anlayıp çok söyleyip gülmenin faydası ne?

İtibar dediğin elde bir muhalif şişedir 
Boş yere kaldırıp taşa çalmanın faydası ne?

veya

Kadir Allah budur senden dileğim
Mert olanı salma baştan ayağa,

Men ezzinam ayağa 
Nazlım olurup ayağa
Göreydim gül zünü
Yüz süreydim ayağa.

Aman aman mağıl dolan mert yiğit 
Seyragıplar salar seni ayağa.

Eserleri için Eserleri Sayfasına bakınız..